Şiirin Işığa Dönüştüğü Yerde
Cezaevlerinden sesler kaynıyor. Küçük gözelerden kaynayan sular gibi. Derecikler oluşturuyorlar. Irmaklaşacaklar. Taşacak, büyüyecek, durgunlaşacak, olgunlaşacaklar.
Enver Gökçe şiir yarışmasına katılan şiirlerin çoğu cezaevinden. Birincilik ve üçüncülük alan ozanlar da cezaevi sürgünü. Şu anda açlık direnişindeler. 1 Ağustos Genelgesi'nde “anarşist ve terörist” olarak nitelenenlerden.
Cezaevleri, son yıllarda, bu “anarşist ve terörist” olarak nitelenen insanlarımızın ürünlerini döktüğü bahçeler oldu. Şiirde, öyküde, romanda, resimde, fotoğrafta, karikatürde. Ya da olanak bulduysa, bir iğne, biraz iplik, bir avuç boncuk edinebildiyse, küçük bir çantanın üstüne oyalanmış çiçekte. Onlar, duyguda, düşüncede, seste, yeni estetikler üretiyor. İnsanın insanlaştığı değerleri üretiyorlar. İnsanı yücelten değerleri üretiyorlar. Özlerine uygun olarak. Ama onlar, insanın insanlaştığı, insanı yücelten değerleri yokeden, kırıp parçalayan, hiç bir değer tanımayan kişiler olarak niteleniyor resmi ideolojide. Kuşkusuz değiştirmek istedikleri koca bir dünya var, kuşkusuz değiştirmek isteyecekleri nice köhne değer yargısı var. Şimdi onlar, ürettikleri ürünlerde, gündüzün ve gecenin duvarlarla çevrili aralığından, bir ışık hüzmesi gibi, dışarıya nice güzel değer sızdırmakta duraksamıyorlar. Bu yapıtlar, bu ürünler, onların, kendilerine yönelen nitelemelere, yalnızca bir yanıt oluşturmuyor; umudun tükenmezliğini, özgürlüğün sürekliliğini de vurguluyor. Bu ürünleri üretenlere selam olsun.
Burada kesişen bir şey de var. İhsan Atar dostumuz Enver Gökçe'nin yaşamını biraz önce dile getirirken, cezaevlerinden geçişini ve şiirinin cezaevlerinde olgunlaştığını da ekledi. Enver Gökçe'nin anısında, onun şiirinin süregelen halkaları olarak gene bu şiirlerin birçoğunun cezaevlerinden çıktığı, çıkmaya devam ettiği de dolaylı olarak dile getirilmiş oluyor. Yani özgürlük düşüncesi, özgürlük savaşımı, daha da büyüyerek devam ediyor.
Atar, aynı zamanda, 1951 tutuklamasını, “Büyük Tevkifat” olarak dile getirdi. Aranızda o yıllarda yaşama gelmemiş nice genç var. “Büyük Tevkifat” denince, bunun, bugün böyle “büyük” nitelemesi kullanıldığına göre, nasıl bir sayı olduğu aklınızdan bir soru olarak geçebilir. Aklımda kaldığına göre, ya 168 kişidir, ya 183. Ya da öyle bir sayı. Küçümsemiyorum bu sayıyı. Ama başka bir şeyi vurgulamak istiyorum. 12 Eylülle birlikte 650 bin insanımız gözaltına alındı. Bu, halkın özgürleşme bilincinin büyüdüğünün, arttığının dabir anlatımıdır. Aynı zamanda, bu, halkın, özgürlüğün kendi ellerinde olduğunun, kendi elleriyle özgürlüğünü yaratacağının sayısal anlatımıdır da. Bu, özgürlük bilincinin derinliğine ve genişliğine yayılıp yoğunlaşmasının elle tutulur anlatımı olduğu gibi, büyüyen özgürleşme bilincine karşı, baskının da o denli genişliğine yayıldığının ve derinliğine yoğunlaştığının da anlatımıdır. Bu, halkın büyüyen, güçlenen bilincinin anlatımı olduğu kadar, halkın özgürlük istencinin öldürülemez, yokedilemez, engellenemez olduğunun da anlatımıdır.
Ödül vermeye çağrıldığımda, ödüle ilişkin biriki şey söylemek gereğini duyduğum gibi, ayaküstü de olsa, Enver Gökçe'nin şiiri üzerine de birkaç söz söylemek gereğini duyuyorum.
Enver Gökçe'nin şiiri, güz ekini gibidir. Kırsal alandan gelenler bilirler, sonyazda yani güzün ekilen buğday, ilkyazla birlikte, eriyen karın altından filizlenir. Soğuğa, kırağıya dayanıklıdır. Kurağa dayanıklıdır. Nice boralar, fırtınalar, ya da Anadolu'nun kavurucu sıcağı ortasında, eğilip dökülmez boy verir, başak verir. Böyle dayanıklıdır, Enver Gökçe'nin şiiri. Enver Gökçe'nin şiiri harman olur, tığ olur. Savrulur. Tohumdan ürüne, buğdaydan ekmeğe var olur gider. Enver Gökçe'nin şiiri, bir yandan bizim bilincimizi ve direncimizi pekiştirirken, bir yandan da devrimci şiirimizde özgün bir tohum olarak yineler kendini.
Bilinir Enver Gökçe'nin cezaevlerinden aldığı, cezaevlerinin ağır koşullarının bedenine sızdırdığı sayrılıklar, Onun gövdesini saran sayrılıklar, kuşkusuz bedeninin özünü, beynini de kuşatır. Bu nedenledir ki, destansı uzun şiirler, uzun dizeler, gövdesinde yürüyen hastalıklarla birlikte, boyundan ve eninden daralır. Yani giderek kısalır dizeler, tek sözcüklere dönüşür. Ama süt filizi ekinin taneleşmesi gibi, daha yoğunlaşır, daha sertleşir. Çünkü, dünkü cezaevi gerçeğinden bugünkü cezaevi gerçeğine uzanır gibi, açlık direnişlerinin bağrında tohumlanır gibi, devrimci düşünce, devrimci inanç, onun bedeniyle bütünleşir, tüm varlığı bilince dönüşür, şiiri de, bilincin ışığa dönüştüğü şiir olur. Bu ışıktır, yeniden cezaevlerinde doğan, onunla büyüyen.
Hepsine kucak dolusu sevgi. Gönül dolusu selam.
Muzaffer İlhan Erdost
Ayko tarafından düzenlenen Enver Gökçe
Şiir Yarışması ödül töreninde yapılan sözlü konuşma.
18 Kasım 1988, Kızılırmak Sineması/Ankara
Diyalog, Aralık 1988, sayı: 1
Kaynak: Muzaffer İlhan Erdost, “Onu Anlat İşte”, Onur Yayınları, Kasım 1989, Ankara, sf. 43-46.
Cezaevlerinden sesler kaynıyor. Küçük gözelerden kaynayan sular gibi. Derecikler oluşturuyorlar. Irmaklaşacaklar. Taşacak, büyüyecek, durgunlaşacak, olgunlaşacaklar.
Enver Gökçe şiir yarışmasına katılan şiirlerin çoğu cezaevinden. Birincilik ve üçüncülük alan ozanlar da cezaevi sürgünü. Şu anda açlık direnişindeler. 1 Ağustos Genelgesi'nde “anarşist ve terörist” olarak nitelenenlerden.
Cezaevleri, son yıllarda, bu “anarşist ve terörist” olarak nitelenen insanlarımızın ürünlerini döktüğü bahçeler oldu. Şiirde, öyküde, romanda, resimde, fotoğrafta, karikatürde. Ya da olanak bulduysa, bir iğne, biraz iplik, bir avuç boncuk edinebildiyse, küçük bir çantanın üstüne oyalanmış çiçekte. Onlar, duyguda, düşüncede, seste, yeni estetikler üretiyor. İnsanın insanlaştığı değerleri üretiyorlar. İnsanı yücelten değerleri üretiyorlar. Özlerine uygun olarak. Ama onlar, insanın insanlaştığı, insanı yücelten değerleri yokeden, kırıp parçalayan, hiç bir değer tanımayan kişiler olarak niteleniyor resmi ideolojide. Kuşkusuz değiştirmek istedikleri koca bir dünya var, kuşkusuz değiştirmek isteyecekleri nice köhne değer yargısı var. Şimdi onlar, ürettikleri ürünlerde, gündüzün ve gecenin duvarlarla çevrili aralığından, bir ışık hüzmesi gibi, dışarıya nice güzel değer sızdırmakta duraksamıyorlar. Bu yapıtlar, bu ürünler, onların, kendilerine yönelen nitelemelere, yalnızca bir yanıt oluşturmuyor; umudun tükenmezliğini, özgürlüğün sürekliliğini de vurguluyor. Bu ürünleri üretenlere selam olsun.
Burada kesişen bir şey de var. İhsan Atar dostumuz Enver Gökçe'nin yaşamını biraz önce dile getirirken, cezaevlerinden geçişini ve şiirinin cezaevlerinde olgunlaştığını da ekledi. Enver Gökçe'nin anısında, onun şiirinin süregelen halkaları olarak gene bu şiirlerin birçoğunun cezaevlerinden çıktığı, çıkmaya devam ettiği de dolaylı olarak dile getirilmiş oluyor. Yani özgürlük düşüncesi, özgürlük savaşımı, daha da büyüyerek devam ediyor.
Atar, aynı zamanda, 1951 tutuklamasını, “Büyük Tevkifat” olarak dile getirdi. Aranızda o yıllarda yaşama gelmemiş nice genç var. “Büyük Tevkifat” denince, bunun, bugün böyle “büyük” nitelemesi kullanıldığına göre, nasıl bir sayı olduğu aklınızdan bir soru olarak geçebilir. Aklımda kaldığına göre, ya 168 kişidir, ya 183. Ya da öyle bir sayı. Küçümsemiyorum bu sayıyı. Ama başka bir şeyi vurgulamak istiyorum. 12 Eylülle birlikte 650 bin insanımız gözaltına alındı. Bu, halkın özgürleşme bilincinin büyüdüğünün, arttığının dabir anlatımıdır. Aynı zamanda, bu, halkın, özgürlüğün kendi ellerinde olduğunun, kendi elleriyle özgürlüğünü yaratacağının sayısal anlatımıdır da. Bu, özgürlük bilincinin derinliğine ve genişliğine yayılıp yoğunlaşmasının elle tutulur anlatımı olduğu gibi, büyüyen özgürleşme bilincine karşı, baskının da o denli genişliğine yayıldığının ve derinliğine yoğunlaştığının da anlatımıdır. Bu, halkın büyüyen, güçlenen bilincinin anlatımı olduğu kadar, halkın özgürlük istencinin öldürülemez, yokedilemez, engellenemez olduğunun da anlatımıdır.
Ödül vermeye çağrıldığımda, ödüle ilişkin biriki şey söylemek gereğini duyduğum gibi, ayaküstü de olsa, Enver Gökçe'nin şiiri üzerine de birkaç söz söylemek gereğini duyuyorum.
Enver Gökçe'nin şiiri, güz ekini gibidir. Kırsal alandan gelenler bilirler, sonyazda yani güzün ekilen buğday, ilkyazla birlikte, eriyen karın altından filizlenir. Soğuğa, kırağıya dayanıklıdır. Kurağa dayanıklıdır. Nice boralar, fırtınalar, ya da Anadolu'nun kavurucu sıcağı ortasında, eğilip dökülmez boy verir, başak verir. Böyle dayanıklıdır, Enver Gökçe'nin şiiri. Enver Gökçe'nin şiiri harman olur, tığ olur. Savrulur. Tohumdan ürüne, buğdaydan ekmeğe var olur gider. Enver Gökçe'nin şiiri, bir yandan bizim bilincimizi ve direncimizi pekiştirirken, bir yandan da devrimci şiirimizde özgün bir tohum olarak yineler kendini.
Bilinir Enver Gökçe'nin cezaevlerinden aldığı, cezaevlerinin ağır koşullarının bedenine sızdırdığı sayrılıklar, Onun gövdesini saran sayrılıklar, kuşkusuz bedeninin özünü, beynini de kuşatır. Bu nedenledir ki, destansı uzun şiirler, uzun dizeler, gövdesinde yürüyen hastalıklarla birlikte, boyundan ve eninden daralır. Yani giderek kısalır dizeler, tek sözcüklere dönüşür. Ama süt filizi ekinin taneleşmesi gibi, daha yoğunlaşır, daha sertleşir. Çünkü, dünkü cezaevi gerçeğinden bugünkü cezaevi gerçeğine uzanır gibi, açlık direnişlerinin bağrında tohumlanır gibi, devrimci düşünce, devrimci inanç, onun bedeniyle bütünleşir, tüm varlığı bilince dönüşür, şiiri de, bilincin ışığa dönüştüğü şiir olur. Bu ışıktır, yeniden cezaevlerinde doğan, onunla büyüyen.
Hepsine kucak dolusu sevgi. Gönül dolusu selam.
Muzaffer İlhan Erdost
Ayko tarafından düzenlenen Enver Gökçe
Şiir Yarışması ödül töreninde yapılan sözlü konuşma.
18 Kasım 1988, Kızılırmak Sineması/Ankara
Diyalog, Aralık 1988, sayı: 1
Kaynak: Muzaffer İlhan Erdost, “Onu Anlat İşte”, Onur Yayınları, Kasım 1989, Ankara, sf. 43-46.